Bu Blogda Ara

AMAN EFENDİM KİMLER GELMİŞ KİMLER GİRMİŞ BLOĞUMUZA !!

SEBASTİAAANN !! (SEFİL UŞAĞIM ) ÇABUK ŞEKER, KOLONYA NEYM İKRAM ET BAKİİM BLOG MİSAFİRLERİMİZE !! BLOĞUMUZ SİZDEN BİR BLOG ÖTEDE OLUP GİDERKEN SAĞDA DÖNERKEN SOLDADIR !! ÖÖÖLE SAĞA SOLA BAKARAK DA BULABİLİRSİNİZ !AYRICA ETRAFTA KİME SORSANIZ GÖSTERİR !! FAKAT UNUTMAYIN GÖSTERMENİN CEZASI ALTI(6) AYDAN BAŞLIYOR :))ÇÜNKÜ TCK YA GÖRE TEŞHİRCİLİĞE GİRİYOR YAKARSINIZ SONRA SORDUĞUNUZ KİŞİNİN BAŞINI !! ZATEN ŞUAN BU YAZIYI OKUYORSANIZ BULMUŞSUNUZ DEMEKTİR !! HOŞGELDİNİZ SEFA BUYURDUNUZ !! UMARIM HOŞUNUZA GİDER !!AMACIM SİZLERİ BİRAZ TEBESSÜM ETTİRMEK BİRAZ DÜŞÜNDÜRMEK BİRAZDA BİLDİKLERİMİ GÖRDÜKLERİMİ PAYLAŞMAK ,HER İNSAN BİR FARKLI BİR DÜNYADIR DİYEREK YENİ DÜNYALAR KEŞFETMEKTİR !HER NE KADAR SÜRÇ-Ü LİSAN EDERSEK AFFOLA ...
SAYGILARIMLA ....

19 Eylül 2011 Pazartesi

SEVDİĞİM SÖZLER




  1. “Dün tecrübedir, öğren. Yarın tahmindir, planla. Bugün fırsattır, kullan.”



  2. Düşmanından çok dostundan sakın ! Çünkü dostluk biterse; Sana nasıl zarar verebileceğini en iyi dostun bilir...(b marley)












  • Cenap Anagul








    Kuzuya rakı içirmişler kurt'un evini sormuş ! :))









  • Cenap Anagul








    Hayallerinizi kovmayınız çünkü onlar gittiler mi belki siz kalırsınız..fakat artık yaşamıyorsunuz demektir. .Mark Twain



  • SENİNLE KUTUPLARDA BİR GECELİK AŞK YAŞAMAYI NE ÇOK İSTERDİM ! :))
Tek gecelik ilişkinin 40 yıllık hatırı olması için kahve aromalı prezervatif şimdi piyasalarda.





















  • Adımı Avucuna Yaz.. Aklına Geldiğimde Yalarsın.. :))



























  • Fuzuli'ye sormuşlar: ''Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?'', ''Sevmek; çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın.'' demiş.





















  • "Hayat öyle lanet bir şey ki; ya yanlış zamanda doğru insanı karşına çıkarır yada yanlış insanla; zamanını harcatır..." [Seneca]



























  • Saatlerdir gökyüzüne bakıyorum da bir tane porno yıldızı yok yahu !! :))))









  • "Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, aslında biz cesaret edemediğimiz için zordur." [Che Guevara]












  • Dünya'nın en yüce tahtına da çıksanız, oturacağınız yer, yine kendi kıçınızın üstüdür.... Bernard Shaw









  • "Kısmetse bu kurban bayramında yaşam koçu keseceğiz .."






  • Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir!!...






  • SENİ EŞŞEK SUDAN GELİNCEYE KADAR SEVEBİLİRİM !!



  • HAYATIM BU BİZİM AŞK SOLA MI ÇEKİYOR NE ?






  • ""içimde kötü bir his var; seni seviyorum.""






  • Çirkin bir kadına da iltifat edilebilir mesela ''Bugün daha az çirkinsiniz ! '' gibi .....:))









  • BU HAYAT BÖYLE GİTMEZ ; İNİP BİRAZ İTELİM ARKADAŞLAR !!









  • BABAN FAKİRSE SAKIN AĞLAMA ,SUÇ SENİN DEĞİL ; AMAAA KAYINBABAN FAKİRSE KABAHAT SENİN !!! ...AĞLA İŞTE ŞİMDİ AĞLA ! :)) (Şirincede bir şarap evinden









  • o kadar şanssız bir adamım ki hic bir kızın babası al şu parayıda kızımın peşini bırak demedi..:((









  • Eğer bir falcıya randevusuz gider ve o falcı sizi kapıda karşılar geleceğinizi biliyordum hoşgeldiniz derse o falcı iyidr .Sizin geleceğinizi de bilebilir.:))






  • Yok ''Aaa nerden çıktınız,vallahi geleceğinizden haberim yoktu'' diye şaşırırsa arkanıza bakmadan kaçın ,paranıza yazık ! daha kapısına kimin geleceğini bilemeyen falcıdan ne hayır gelir !!:))



  • GELENİN GİDENİ ARATMADIĞI TEK YER VİCTORİA SECRET DEFİLESİDİR ! :)






  • Tüm gün bilgisayar başında oturmuyorum, kuru iftira. Aksine, aşifte bilgisayar benim kucağımdan inmek bilmiyor bi' türlü.









  • CENTİLMEN ERKEK ÇİRKİN BİR KADINA BİLE İLTİFAT EDEBİLMELİ MESELA '' HANFENDİ BUGÜN DAHA AZ ÇİRKİNSİNİZ !! '' :)))))) ne yani olmaz mı ? :( Siz yinede evde denemeyin ! :)






  • Seni sevdiğimi anlayacaksın, sevmediğim zaman. [Pablo Neruda]






  • Gönlümü öyle bir güzele ; Songüle verdim ,



  • Güllerin en güzelini seçtim ,Songüle verdim ,



  • Diğerlerini birilerine ,O'na Songülü verdim ,



  • Songülen iyi güler derler , Ben de Songülüverdim !!



  • YOUR LOVER



  • BENİMLE KUTUPLARDA BİR GECELİK AŞK YAŞAMAYA HAZIR MISIN ?












    • Kadın sevgi uğruna herşeye hazırdır, hatta sevişmeye de. Erkek ise sevişmek için herşeyi feda etmeye hazırdır; sevmeyi bile...PCoelho




    • Yüreğini dinlemek zorundasın; çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onu dinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradadır. -PC-




    • Sevmeye layık olmayanı hatırlayarak değerli etme. Dönmek mi istiyor, bir şans daha verme. Unutma; "sevgi yürekli olana yakışır".




    • Para deniz suyuna benzer, ne kadar çok içersen o kadar çok ona susarsın...




    • Kesinlikle evlen, karın iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun. Sokrates




    • Sensiz olmamın tek sebebi sensin.



    • Bazılarının ederi, gideri kadar yok.. Hani ; Kaça deseler, Hiçe sayarım...!



    • Kalbiyle seviyormuş! Tut ki kalbin durdu, o zaman sevmeyecek misin?


    • Baktın olmuyor ; bakma o zaman !!


    • Bir hikâye vardı: Mahkûmun birisini hastaneye gönderiyorlar, böbreğini alıyorlar... Bir dahaki sefere safrakesesini çıkartıyorlar... Bir daha gitti, bademciğini... Son seferinde apandisitini aldıklarında, hapishaneye dönünce baş gardiyan kafasını hücreye uzatıp uyarıyor: “Anladım ulan, sen parça parça kaçıyorsun...”


    • Daha ileriye ulaşman için bir kaç adım geri gitmeyi öğrenmelisin. Çünkü en ileri sıçrayışlar, iki adım geriden başlar...(Goethe)

BİR BAŞARI HİKAYESİ (MÜMİN SEKMAN)

ALTIN GÜNLERİNDEN ALTIN TASARIMCILIĞINA UZANAN BİR AZİM HİKAYESİ

Annesiyle katıldığı altın günlerinden, uluslar arası bir altın üreticisinde tasarımcı olmaya giden bir azim hikayesi …İzmirli Evren Şengüler okuduğu bir kitabın hayatını nasıl değiştirdiğini anlatıyor.



İlkokulu, ortaokulu, liseyi zorla okudu! Lise bitince, “ev kızı” kontenjanından hayata atıldı.

Tek sosyal etkinliği annesinin yanında katıldığı altın günleri, tek meziyeti dikiş-nakıştı. Dantel örmekten sıkılınca şansını “takı tasarımı”nda denedi. Yaptıkları beğenilince bir pazarda ürünlerini satmaya başladı.

Bir gün, gene bir altın gününde, bir yakının evinde bir kitap gördü: ‘Kişisel Ataleti Yenmek.”

Kitap okumakla ilgilenmemesine rağmen, “atalet” kelimesinin ne olduğunu merak edip, kitabı okudu. Kitap ruhunda derin bir noktaya dokunmuştu. Bir karar aldı, olduğu yerde durmamaya, olabileceğinin en iyisi olmaya karar verdi.

Liseyi bitireli 9 yıl olduğu halde, daha önce 3 kez girmiş ve kazanamamış olduğu halde, üniversiteye gitmeye karar verdi.

Bir yandan takılar sattığı tezgahının başında duruyor, bir yandan sınava hazırlanıyordu. İlk yıl kazanamadı ama ikinci yıl ‘açık öğretime girebilirsin belki’ diyenleri ters köşeye yatırdı.

Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde, 4 yıllık bir bölüm kazanıp 26 yaşında üniversiteli oldu.

Sınıf arkadaşlarıyla arasındaki uçurumu kapatmak için öyle çok çalıştı ki, değil sınıfı geçmek, tüm öğrencileri geçerek üniversitesinde bölüm birincisi oldu!

Annesiyle altın günlerinde gezerken, karşılaştığı bir kitapla hayatı değişen, aldığı kararları izleyip Urla’dan İstanbul’a gelip, Türkiye’nin en büyük altın firmalarından birinde tasarımcı olan Evren’in hikayesi aşağıda sizi bekliyor.

Evren Şengüler, hayallerini gerçekleştirdikten sonra Kum Saati Buluşmaları çerçevesinde Mümin Sekman’la bir araya gelip, yaşadıklarını yüz yüze anlattı.

İşte İzmirli Evren Şengüler’in azminin zafere ulaşma hikayesi…

1980 yılında, İzmir’de dünyaya geldim. Aileye uzun bir aradan sonra katılan evin küçük kızı olarak biraz şımartılarak büyütüldüm. Çok yaramaz bir çocuktum. Evde herkese yaka silktirmiştim.

Babamın emekli olmasıyla İzmir’den Urla’ya taşındık. Toptancılık yapan babam ve onun yanında çalışan annem emekli oldukta sonra Urla’da inzivaya çekilmişlerdi.

Ben büyüdüğümde ablam resim, abim beden öğretmeni olup evden ayrılmışlardı. Ablamla aramda 13, abimle 11 yaş vardı. Babamla da aramızda çok yaş farkı vardı. Babamla anlaşamayan, çatışan bir çocuktum.

İlk tasarımları çamurdan kaselerdi

Jimnastik yaptığım için evin içinde hoplar zıplar, amuda kalkardım. Ortalığı darma dumar eder, annemin peşimde koşturmaktan iflahı kesilirdi. Mahallede arkadaşlarımla çamurla oynardık. Ama o zamanlar bile çamura şekil vermeye çalışırdım. Kaseler, kalemlikler yapardım.

Babamla anlaşamasam da ticari zekasına hayrandım. Sanırım ticari zekamı babamdan almışım. Eski oyuncaklarımı toplar, çekilişle arkadaşlarıma ve diğer mahallelerden gelen çocuklara satardım. Bayram geldiğinde bir torba param olurdu. İlkokulda babam bana büyüteçler verirdi, onları arkadaşlarıma satardım.

Sınıfta okuma-yazmayı en son o söktü

İlkokula anasınıfına gitmeden başladım. Annem algılama sorunumun farkındaydı ve hep okula erken başladığımı söylerdi. Çünkü her şeyi tersten anlıyordum! Ali yerine ila yazıyormuşum. Hem solaktım, hem de söylenenleri tersten anlıyordum. İlkokul birde tüm notlarım iyiydi. Karnemde bir tane bile pekiyi yoktu. Bu durum çok sonraları, ortaokulda dikkatimi çekmişti.

Şunu hatırlıyorum, birinci sınıfta heceyi sökenlere öğretmen kırmızı kurdele verirdi. Herkes kurdele almamış, bir ben kalmıştım. Sonunda heceyi söktüğümde öğretmenim kurdele vermek için dolabını açtı. Ancak hiç kurdele kalmamıştı!

Beni boynu büyük bırakmak istemediği için elime bir avuç kalem verdi. Yarım yarım, rengarenk boya kalemleriydi bunlar. O kadar mutlu oldum ki, resme başlangıcım böyle oldu diyebilirim. O kalemlerle çok resim yaptım.

Evde ‘Beni okuldan alın’ kampanyası açtı!

Dersler bana çok sıkıcı geliyordu, anlamıyordum. Ödev yapmak hoşuma gitmiyordu. İlkokul beşte anasınıfına gidenlere özenirdim. Patatesten kelebekler yapar, her gün panoda sergilerlerdi. Ders çalışmaktansa anasınıfının yaptığı etkinlikleri izler, evde aynılarını yapardım. Ders çalışmaz, sınıf arkadaşlarımla anlaşamazdım. Evdekiler de notlarım konusunda fazla üstüme gelmediği için bu fazla sorun olmazdı.

Okula gitmek istemediğim için bana hep ‘ilkokulu bitir seni okutmayacağız’ derlerdi. İlkokul bitti, ortaokula kaydım yapıldı ama ben devam etmek istemiyordum. Babam, ‘Ortaokul, ilkokuldan kısa, 3 yıl git, tamam’ dedi. Ortaokul bitti, ben liseye gitmeyeceğim diye ayak direttim. Ama babam yine 3 yılın kaldı diyerek beni ikna etti.

Üç yıl üst üste üniversite sınavını kazanamadı!

Liseye başladığımda kredili sistem çıktı. Lise birde 6 zayıf geldi. Kalmam gerekiyor ama sistem değiştiği için üst sınıfa geçiyorum. Lise 2 de aynı şekilde geçti. Lise son sınıf bitti ve ben mezun olamadım. Çünkü mezun olmak için yeterli kredim yoktu. Başka bir okula geçip beden eğitimi, matematik, ya da resim derslerinden birini alarak eksik kredimi tamamlayabileceğimi öğrenmiştim. Küçüklüğümden beri resim yapmayı seviyor, boş bulduğum yerlere karalama yapıyordum. Bu yüzden resim dersini seçtim ve liseyi bu şekilde bitirdim.

Üniversite sınavına girdim ama sadece mantık sorularını yapabildim. Bu da ancak barajı aşmama yetti. Meslek yüksek okuluna gidecek kadar bile puan alamadım. O zamanlar dershane ücretleri yüksekti. Ailem de orta halli olduğu için onlara yük olmak istemiyordum.

Kimseye ben okuyacağım, beni dershaneye yazdırın, diyemiyordum. Çünkü başaramam korkusu vardı içimde. Lisede durumum çok kötüydü. Bir yılda o kadar bilgiyi nasıl öğrenirim diyordum. Bir de evin bir kuralı var: Üniversiteye gidilecekse 4 yıllık olacak, İzmir’de olacak, öğretmenlik olacak. 3 yıl üst üste üniversite sınavına girdim, baktım olmuyor bıraktım. Zaten sınava çalışmadan giriyordum. Çünkü çalışırken sıkılıyordum.

Çalışma hayatı başarısız denemelerden ibaretti

Evde oturmaktan sıkılınca çalışmayı denedim. İlk olarak bir doktorun yanında sekreterlik yapmaya başladım. İşe alındığımda çok mutlu olmuştum ama sabahtan akşama kadar muayenehanede tek başına otur, akşam dertli, sıkıntılı insanlarla ilgilen… Üstelik bu benim ilk işimdi ve çok tecrübesizdim. Zorlanmaya başlamıştım. 5-6 ay sonra resmen işten atılmamı sağladım!

Bir süre daha işsiz geçti, evde canım sıkıldığı için abim “markette çalışmak ister misin” diye sordu. Market sahibi abimin arkadaşıydı, ama tempo o kadar ağırdı ki dayanmak zordu. Sabah 06.00’dan gece 01.00’ye kadar çalışıyordum. Tuvalet temizliyor, yemek yapıyor, müşteri ile ilgileniyordum. İki ay sonra orayı da bıraktım.

Altın günler, oturmaya gitmeler derken depresyona girdi

Evde oturmaya başlayınca bana baskı gelmeye başladı. Annem yemek yapmaktan bulaşık yıkamaya, tahrandan badana yapmaya, çapa yapmaktan ufak tefek tamiratlara bir ev kadının yaptığı her şeyi “bir gün lazım olur” diyerek bana tecrübe ettiriyordu. Bunları bir kere tecrübe etmek güzeldi, ama bir süre sonra bunları sürekli yapmak işkence gibi gelmeye başladı. Babam otoriterdi. Evin dışına çıkamazdım. Geceleri canım sıkılırdı. Radyom yok, kendime ait bir odam yok…

Annemin günleri benim için tek aktivite olmuştu. 22 yaşındaydım ve bu şekilde yaşamaktan çok sıkılmıştım. Depresyona girdim. Evde durduk yere ağlıyordum. Sıkılıyor, ama ne yapacağımı da bilemiyordum. Tam bir kabustu. Hiç unutmuyorum bir gün artık sıkıntıdan patladım ve “beni hastaneye yatırın”, diye ağlamaya başladım. Maksadım hastane bile olsa bir süreliğine evden uzaklaşabilmekti.

Ev dışında tek aktivitem annem ile günlere gitmek. Günler hoşuma da gidiyordu. Oradaki yaşlı teyzelerin tecrübelerini dinliyordum. Ev kadınlığı ve dantel kültürüm gelişmişti ama bir süre sonra artık bunlara katlanamaz olmuştum. Bir gün yine çıldırırcasına ağlarken beni bir psikiyatriste bile götürdüler!

Üretmenin tadını aldıktan sonra durmadı

Bu bunalım günlerinin öncesinde annem evde sıkılmayayım, bir şeylerle ilgileneyim diye Pratik Kız Sanat Okulu’na benden habersiz yazdırdı. Başta gitmem, diye çok direndim. Ama baktım canım sıkılıyor sonunda gitmeye karar verdim.Kursa başladım ve hiç beklemediğim şekilde hoşuma gitti. Bir süre sonra hizmetliden önce kursa gider oldum. Kapı açılsa da bir an önce makine başına geçsem diye sabırsızlanıyordum.

Ortaya bir şey çıktıkça keyfim yerine geliyordu. Hatta öyle keyif almıştım ki, okuldan eve geldiğimde annemin eski dikiş makinesinin başına geçer gece yarısına kadar çalışırdım. Okul müdürü ve öğretmenler çok dikkatimi çekti. Ben hep bir şeyler yapamayanların alternatif bir gittiği bir yer sanıyordum. Bir başladım, hocalarımın hepsi üniversite mezunu, çok düzgün, nitelikli insanlar. 1 yıl boyunca dikiş-nakış öğrendim. Zamanla bu da yetmedi tabi, tekrar gidip aynı şeyleri yapmak da sıkıcı gelecekti.

İçindeki yaratıcılık bir kere ortaya çıkmıştı

Ertesi yıl, 20 yaşında yine evdeydim, yine annemle günlere gidiyordum…

21 yaşında bir gün annem bana bir kolye verdi. Ablamın öğrencisi hediye etmiş. Hapishane işi de denen, kum işi bir kolye. Boncuğun ilk defa oya dışında kullanıldığını görüyordum. Çok etkilendim. Aynısından yapmaya çalışıyor ama yapamıyordum. Annemden yardım istedim, biraz söküp nasıl işlendiğini bulmamı önerdi. Böylece nasıl yapıldığını çözdüm ve deli gibi boncuk işi yapmaya başladım. Sürekli yeni modeller geliştiriyordum ama klips ne onu bile bilmiyordum!

Yaptıklarım görenlerin çok hoşuna gidiyor, hediye olarak istiyorlardı. Yapması zor olduğu için kimseye vermek istemiyordum. O zaman herkes “sat” demeye başladı. Bazıları, “İzmir’e git mağazalara göster” diyordu. Sonunda gidip mağazalara ürünlerimi gösterdim. Piyasayı bilmediğim için fiyatlarım yüksek geldi. Kolyelerin klipsleri yok, küpeleri yok diyerek ürünlerin istediğim fiyattan satılamayacağını söylüyorlardı.

Pazarda tezgah açmak için babasına meydan okudu

Bir mağaza sahibi beni bir malzemeciye yönlendirdi. Klipsi penseyi, ara aparatları orada tanıdım. Onları satın alıp daha iyi takılar yapmaya başladım.

Bilinçsiz olarak çalışmaya devam ederken bir gün ablamın şehir dışından misafiri geldi. Onu gezdirirken Çeşmealtı’na gittik. Uzaktan konser alanı gibi ışıklı bir yer dikkatimizi çekti. Konser mi var diye bakmaya gittiğimizde bunun bir gece pazarı olduğunu gördük. İlk defa görüyordum ve görür görmez ben burada bir şeyler satmalıyım diye düşündüm.

Orada çalışanlara çok özendim. Ama nasıl olacak bilmediğim, babam da izin vermeyeceği için o sene hiç adım atmadım. Ertesi yıl boncuk yaparken pazarda tezgah açmaya karar verdim. Babamdan bir şekilde izin alırım diye mantık yürüttüm.

Babama kararımı söyledim, çok sert bir şekilde karşı çıktı. Abimin de bana eşlik etmesi şartıyla ikna oldu. Belediyeden izin aldım, evdeki bozuk masalardan birini tezgah yaptım. İlk gün inanılmaz heyecanlıydım. Bir müşteri gelse neredeyse heyecandan bayılacak gibiydim. O zamanlar boncuk furyası olmadığı için ürünlerim hemen ilgi çekti.

Pazar tezgahı ‘cumhuriyeti’ oldu

Satmaya başladıkça sürekli müşterilerim oldu. Başka ürünler istenmeye başlandı. Deri alıyorum, deri ile boncuğu birleştiriyorum, yeni modeller geliştiriyorum…

Çocukken mahallede iki kız arkadaşım vardı. Mahalleden çıkıp bakkala gitmek en büyük eğlencemizdi. Bakkalın köşesinde telefon direkleri vardı. Zaman zaman işçiler gelir hatları kontrol ederdi. Bu sırada yerler telefon teli olurdu. O telleri alır, onlardan takı yapardık. Yeni modeller yaparken o günler aklıma geldi. Takı yapımına uygun teller keşfettim. Malzeme almaya başladıkça orijinal malzemeler keşfettim.

Hazır ürün satamazdım. Hazır ürünleri başka yerden de alabilirlerdi. Ben imkanlarımla orijinal bir şey yapmalıydım ki para kazanabileyim. Ve orada kazandığım paraya inanamıyordum. 2001 yılında günlük 70 milyon ciro yapıyordum. Ertesi yıl babam beni kendi elleri ile pazara götürüp tezgahımı kendi çaktı. Artık bana güveniyordu. Tezgahımı alternatif ürünlerle zenginleştirdim, yeni müşteriler kazandım.

Pazar sayesinde insan tanımaya başladım. Ablam ve abim evde olmadığı için kendime örnek alabileceğim kimse yoktu. Pazara çıkana kadar iki lafı bir araya getirmekte zorlanırdım. Özgüven sıfırdı, birinin karşısında konuşurken kekelerdim. Pazar tezgahında piştim diyebilirim. Orası benim cumhuriyetimdi.

‘Bu zihniyetle bir yere varamazsın!’

Yıllar böyle geçiyordu. 2003, 2004, her şey çok güzel ama bir yandan da bir şeyin eksik olduğunu hissediyordum. Ablam ve abim öğretmen olmuştu. Evin en küçüğüyüm, anneme arkadaşları ‘Evren ne yapacak’ diye soruyordu. Annem de ‘bakalım, lise bitti’ diyerek konuyu geçiştiriyordu. Bundan inanılmaz rahatsız oluyordum. Yaz aylarında tezgah açıyordum ama kışlar yine kabustu. Ne arkadaşım var, ne gidebilecek yerim. Tüm gün evdeydim.

2002 yılında Pratik Kız Sanat Okulu’nda bu kez resim minyatür kursu açıldı. Kursa başladım. Sırf keyiften gidiyordum. Yine de yetmiyordu. Babam “hani yaptıkların” diyerek dalga geçiyordu. Yıl sonu sergisinde resimlerimi babama göstermek beni oldukça mutlu etmişti.

Arkadaşlarının yanında ezik hissedince, kendini sorgulamaya başladı.

2003 yılı, yine kış, yine canım sıkılıyordu. Türk halk ve sanat müziği korolarına katıldım. Dedelerle, ninelerle kursa gidiyorum! Şarkı söylemekten büyük keyif alıyordum.

Pratik Kız Sanat Okulu’ndan üniversite mezunu bir arkadaşım olmuştu. Koroda da benimle yaşıt bir kız vardı. İkisi de aşırı kitap okuyan insanlardı. Ben o zamana kadar kitap okumuyordum. İnternet de yoktu. Gazete bile okumuyordum. Bir gün onları bir araya getirdim. Onların arasında kendimi o kadar vasıfsız, o kadar ezik hissettim ki…

İkisi de üniversiteyi bitirmiş, diksiyonlarına kadar her konuda bana örnek olabilecek insanlardı. O buluşmada ikisi de benim hiç kitap okumama çok şaşırdı. Kitap okurken sıkıldığımı söylesem de mutlaka seveceğim bir tarz olması gerektiğini söylediler. Hangi tarzı sevebilirdim, onu bile bilmiyordum. Arkadaşlarım kendilerini geliştiriyor, bir şeyler yapıyor, ben ne yapacağım diye düşünmeye başladım. Hayatımı sorgulamaya başlamıştım.

Pazarda benimle birlikte tezgah açanların çoğunun bakmakla yükümlü olduğu aileleri vardı. Bir gün zorunluluktan bu işi yapma fikri beni ürkütmüştü. Yaşım 24’e gelmişti. Kendime sürekli 30’uma geldiğinde ne yapacağım diye soruyordum. Bir yandan da görücüler çıkıyordu:)

Bu şekilde giderse bir gün istemediğim biriyle evlenmem bile söz konusu olabilirdi!

‘Atalet mi, o da nedir’ dedi ve ilk adımı attı

Günler geçiyor, bir yandan kendi kendime düşünüyor, bir yandan annemin altın günlerine gidiyordum. Bir gün yine annemle güne gittim, tuvalete girdim. Bir baktım kalorifer peteğinin üstünde bir kitap var. Adı; “Kişisel Ataleti Yenmek”. Yazarı Mümin Sekman.

Atalet ne demek merak ettim. Kitabı aldım, arka kapağına baktım. Arka kapağında, “Neler yapabileceğinizi biliyorsunuz. Nasıl yapabileceğinizi biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı biliyorsunuz. Yapmazsanız neler kaybedeceğinizi biliyorsunuz.” yazıyordu. Bu satırları okuduğumda resmen kalbimden bir kilit beynimi açtı. Beni o güne kadar durduran tuğlalar takır takır düşmeye başladı.

Aslında ne yapabileceğimi, nasıl yapacağımı biliyorum diye aklımdan geçti. Telaşla tuvaletten çıktım, ve evin kızına “kitabı alabilir miyim”, diye sordum. Urla’da o sıralar kitapçı olmadığı için kitabı bulmam zordu. Kız, “çok az kaldı, bitince gel al” dedi.

Bir hafta sonra üşenmedim, gittim kitabı aldım. Bir solukta o kitap bitti. Her akşam okuyorum, kitaba gözüm gibi bakıyordum. Bitti diye üzüldüğüm tek kitaptı…

Hayatını değiştirmeye karar verdi

Kitabı okurken kendime sürekli sorular soruyordum. Kitap bittiğinde beynime şimşek gibi çakan ilk soru ‘şu anki hayatınızdan memnun musunuz?’ oldu. Genel olarak halimden memnundum. Pazarda tezgah açıyor, para kazanıyordum. Ama bununla bitmiyordu. ‘Peki bundan 10 yıl sonraki hayatınızdan memnun olacak mısınız?’ diye soruyordu Mümin Sekman. Hayatımda yaşadığım en büyük endişeyi o soruyu okuduğumda duydum. İlk defa ‘eyvah’ dedim. Bu soruların cevabını düşünmeye başladım.

Pazarda iyi para kazanıyordum. Ablam ve abim “öğretmen maaşından bile iyi para kazanıyorsun” derdi. Ama olay benim için para değildi. Ailem çok zengin değildi ama hiçbir zaman da parasızlığın ne olduğunu görmemiştim.

Aynı şekilde yaşamak istemediğime kesin olarak emindim. Ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Ne yapabilirdim, nasıl yapabilirdim, yaparsam ne olur, yapmazsam ne olur diye soruyordum sürekli kendime. En sonunda bir karar verdim. Ben ne olursa olsun üniversiteye gidecektim.

Üniversiteye girmek hayatının amacı oldu

Lise bittikten 9 yıl sonra tekrar sınava girmeye karar vermiştim. İki yıllık, ikinci öğretim, Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir üniversite olabilirdi. Tercih kitapçığını incelerken arıcılık balcılık, nalbantçılık gibi bölümler gördüm! Evdekileri bir şekilde ikna ederim diye kendimi üniversite fikrine hazırladım.

İlk sınava girişimde puanım düşük geldi. Kendime güvenip dershaneye gitmeye de cesaret edemiyordum. Alt yapım zayıf olduğu için ailemi o kadar yükün altına sokmak istemiyordum. Pazardan kazandıklarım da detaylı bir eğitim almaya yetmiyordu. Bir yandan da üniversite için uğraşmaktansa bir “takı dükkanı mı açsam acaba” diyorum. Fakat gördüm ki ben üniversite fikrinden vazgeçemiyordum.

Ne olursa olsun üniversite okumak istiyordum. Kültür açısından, kendimi yetiştirme açısından üniversiteye gitmenin şart olduğunu görmüştüm. Annem kararımı ilk duyduğunda çok şaşırdı. Kendi çabamla sınava gireceğimi, onlara yük olmayacağımı söyledim.

Çalışınca yapabildiğini görmek onu motive etti.

Evde çalışmaya başladım ama hemen sıkılıyordum. Amacım ÖSS’de barajı geçip resim bölümüne girmekti. Bunun için bir de resim kursuna gitmem gerekiyordu ama bunun için imkanım yoktu.

Ablamın bir arkadaşı 10 günlük kursla yetenek sınavını kazandığını söylemişti. Ben de ÖSS’yi geçersem o kursa giderim diye düşündüm. Barajı geçtim. O sene 9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne ön kayıt yaptırdım. İki bölüm arasında kalmıştım. Resim mi, müzik mi? İkisi için de onar günlük kurslara gittim. Fakat nota okumanın zorluğunu ve ayrı bir emek gerektirdiğini görünce aslında istediğimin bu olmadığını fark ettim. Baraj 70 puandı, ben 59 puanda kalmıştım. Nota bilgim yoktu ama kulağımın iyi olduğunu söylediler.

Sınavı kaybetmiştim ama bir yandan da bir yıl daha hazırlanırsam konservatuara da girebilirim diyordum. Çünkü yeterli bir çalışmanın neleri değiştirebildiğini görmüştüm. Resim kursuna gittiğimde kursiyerlerin çoğu benden iyi durumdaydı. Aralarında 4 yıldır sınava girip kazanamayanlar bile vardı. Ümitsizliğe kapılsam da bu noktandan sonra sınava girmekten başka yapacak bir şey yoktu.

Sınavı kaybetmişti ama azmini kaybetmedi!

Resim bölümünün sınavı iki aşamalıydı. İlk aşamayı geçtim. Üstelik 4 yıldır sınava giren o insan geçememişti. Bu güvenimi daha da arttırdı. Ama ikinciyi kazanamadım.

Kazanamadığımı öğrendiğimde yıkıldım. 25 yaşındayım ve adeta dünyam yıkılmıştı. Bunu yapmak zorundaydım ama başaramamıştım…

Biraz sakinleşince durumumu gözden geçirdim. Sınava asılmıştım ama çabam yetersizdi. 10 günlük kurs ve yoğun çalışmayla barajı aşacak noktaya gelebiliyorsam gelecek yıl daha iyi çalışıp sınavı kazanabilirim diye düşünmeye başladım. Kendime güvenim geri geldi. Zaten 10 günlük kursla barajı aşmam mucize olurdu!

Kendine 40 yaşına kadar süre tanıdı

Dedim ki; “40 yaşına kadar vaktim var!” Aile geçindirmiyorum, çocuğum yok, bir zorunluluğum yoktu. Kazanana kadar her sene sınava girmeye karar verdim. Bu yıl olmadı seneye, seneye olmadı ertesi seneye… Benim amacım bir şekilde üniversiteye girmekti artık.

Bir yıl sonra yine ÖSS’ye girdim. Barajı aştım. Barajı geçince resim kursuna giden bir arkadaşımı aradım ve beni o kursa götürmesini istedim. Bir aylık vaktim vardı. Sabah 08.00’den akşam 18.00’e kadar her gün kursa gidiyordum. Kurstan çıkıp gece 02.00’ye kadar da pazarda tezgah açıyordum.

Tezgah başında bile çizim yapıyordum. Tezgaha yaklaşanın şansı yoktu, “iki dakika dur” deyip hemen resmini çiziyordum! O kadar yoğun bir tempoya girdim ki, yaz olmasına rağmen duş almadığım, yemek yemediğim günler oluyordu.

‘Yapamayacağını biliyorsun’ diyenleri dinlemedi

Pazardaki arkadaşlarıma sınava hazırlandığımı söyledim. Bir tanesi “ yapamayacağını biliyorsun niye giriyorsun” dedi. Bu söze çok sinir olmuştum.

Aslına bakılırsa herkes beni kesit kesit tanıyordu. Kimi kurslardan, kimi korodan, kimi pazardan tanıyordu. Herkes beni tanıyor ama hikayenin sadece bir parçasını bildikleri için bu duruma şaşırıyorlardı.

Hatta yan tezgahımda duran bir teyzeye sınava girdiğimi söylediğimde ‘açık öğretime girersin artık’ demişti. Bu sözleri duymak kötüydü. Ama bu sözler bana insanların beni gözlerinde nereye koyduklarını gösteriyordu. O zamanlar bu sözlere ‘bakarız’ demekle yetiniyordum. Ama sınavı kazandığımı söylediğim zaman ki surat ifadelerini sanırım hayat boyu hiç unutmayacağım!

Resim kursuna girdiğimde hocam bana “güzel sanatlar mı eğitim fakültesi mi” diye sormuştu. Ben de ailemin güzel sanatlara gitmeme izin vermeyeceğini, öğretmen olmamı istediklerini söyledim. Kendisinin resim bölümünü seçtiği için pişman olduğunu söyleyip “neden resim” diye sordu.

“Kendime ait bir sergi açmak istiyorum”, dedim. Benim takı yaptığımı bildiği için takı tasarımı okumamı tavsiye ediyordu. Ben de puanları yüksek olduğu için kazanamayacağımı düşünüyordum. Hocam da bana hak verdi, “bu sene olmaz ama seneye yapabilirsin” dedi. Her şeye rağmen devamlı çalışıyordum. Elimde devamlı kalem, her fırsatta çizim yapıyordum.

Nerede olmak istediğini tesadüfen buldu

Ön kayıt günü hocam bana tekrar “güzel sanatlar ister misin” diye sordu. Kayda gidecek grupla birlikte beni de güzel sanatlar fakültesine götürdü, “gel gör, istemezsen başvurma” dedi. Kapıdan bir girdim, heykel ve seramikleri gördüm. Ait olduğum yer burası dedim. Okulu büyük bir hayranlıkla gezdim. Hemen kayıt oldum.

İnanılmaz bir şekilde sınavım harika geçmişti. Sonuçlar açıklandığında bizim kurstan kazanan 3-4 kişi arasında ben de vardım. Tercih yapmak için bir gün kala ailemi topladım; “resim mi, moda-aksesuar mı, sahne sanatları mı?” diye sordum. Hepsi birden “moda aksesuar tasarımı” diyerek benimsediğim bir şeyi onaylamıştı. Moda tarafı değil ama aksesuar tarafı beni çekiyordu.

‘Hayatım değişti’ diye hüngür hüngür ağladı

Başvuru yaptıktan bir gün sonra, pazara gitmeden önce internet kafeye uğradım. Sonuç listesinde 10 kişinin arasında adımı görünce yere çöküp yarım saat ağladım. “Hayatım değişti” diyordum. Zaten o andan itibaren her şey değişti.

Daha kararlı daha kendine güvenen bir insan oldum. Kendi kendime bir söz verdim, ne olursa olsun bu okulun hakkını verecektim. Çünkü benim için üniversite kazanmak Nirvana’ya varmak gibi bir şeydi. İmkansız bir şeyi ben imkanlı hale getirmiştim. Başlangıçta, bu kapasitenin bende olduğunu düşünmüyordum. Alt yapım gerçekten eksikti.

Mümin Sekman’ın kitabıyla farkındalığım artmıştı ve diğer kitaplarını da okudum. Kişisel gelişim literatürle ilgilenmeye başladım. Özlü sözlere merak sardım. Güzel sözler bana ilaç gibi gelir. Bu benim felsefem oldu. İki lafımdan biri olumlu düşünmekle ilgilidir. O kadar çok bu konulardan bahsettiğim içim arkadaşlarım bana Evren ‘Sekman’ filan demeye başladı:)

Yakaladığı fırsatın hakkını vermeye yemin etti

9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Aksesuar Bölümü’nü kazanmıştım. Kayda gittiğim gün, kapıdan içeri girerken binaya bakıp “sen beni aldın, ben de senin hakkını vereceğim” dedim!

Sınıfta en büyük bendim. 26 yaşındaydım. Sınıf arkadaşlarımın bir kısmı güzel sanat lisesi mezunuydu. Alt yapıları sağlamdı. Yine çok çalışmam gerekiyordu! Sınıf arkadaşlarıma çok özenmiştim. Üniversite kapısından girdiğimde güzel sanatlar lisesi diye bir okul olduğunu fark ediyordum. Ben daha küçük yaşlarda eğitilmiş olsaydım öyle bir liseye giderdim ve her şey daha farklı olurdu.

Eksiklerimi kapatmak için her ödevi harfi harfine yaptım, yeri geldi uyumadım. Hatta bir hocam , “senin burada ne işin var, gidip evlensene, seni bırakacağım!” dedi. Ben de, bırakırsanız daha iyi olur, çünkü eksiklerim var, onları tamamlar ikinci yıl bomba gibi geri gelirim cevabını verdim. Kararlılığım hoşuna gitti. O da 33 yaşından sonra yüksek lisans yapmış.

Sınıftaki arkadaşlarıma “okulu bırakın, Evren’in yaşında tekrar başlayın” derdi! Yurt dışında güzel sanatlara 23 yaşından önce öğrenci almıyorlarmış. İnsan ne istediğini tam olarak o yaşta fark ediyormuş. O yıl 50 kişilik bölümde 3 kişi, 2. sınıfa 80 puanla geçti. Onlardan biri bendim. Ertesi yıl da aynı performansı devam ettirdim. Ama bir yandan da ya heyecanımı kaybedersem diye korkuyordum.

İşini iyi öğrenmek için deliler gibi çalıştı…

Çok eksiğim vardı, onları tamamlamak için deli gibi çalışıyordum. Okul bitince de bir firmaya girerim diyordum. Asla not için çalışmadım. Hiçbir dersi sallamadım. Son sınıfa geldiğimde 30 yaşına girmeden okul bitmeli dedim. Uzatmadan mezun olmalıydım. Daha önce moda aksesuar tasarım bölümünü girdiğim dönem itibari ile 4 yılda bitireni görmemiştim. Üst sınıflardakileri takip ediyordum ve hep mezuniyetleri sarkıyordu.

Son yıl çok zor geçti. Bir yandan dersler, bir yandan bitirme tezi… Hocalarım “Evren bu kadar zorlama öleceksin” diyorlardı ama ben onları dinlemedim. 2.5 metrekarelik bir odam vardı. Tüm arkadaşlarım o odadan okulu bitirmem nedeniyle bana “helal olsun” demiştir. Çünkü doğru düzgün çalışacak yerim bile yoktu. O oda hem atölyem, hem misafir odam, hem yatak odam, hem de günlerce hiç dışarı çıkmadan düşüncelere daldığım yerdi.

Okulun bitmesine son 2 ay kala annemden arkadaşımda kalmak için izin istedim. Aslında okuldan sonra bir arkadaşın atölyesine gidiyor gece yarılarına kadar çalışıyordum. Aileme bunu söylememe nedenim birkaç gün önce orada cinayet işlenmesiydi…

Mücevher tasarım yarışmasında Türkiye üçüncüsü oldu.

Atölyede kalmaya başladığım andan itibaren dışarıdan fark edilmeyeyim diye sadece dizüstü bilgisayarımın ışığında çalıştım. Sabaha kadar tez yazıyor, ödevimi yapıyor, üst üste kahve içerek ayakta kalıyordum. Bazen yorgunluktan ve duygusallıktan ağladığım oluyordu.

Böyle zamanlarda kendime çocuk gibi davranıyordum. Sakince “bunu yapman gerekiyor, yapmalısın, bitirmelisin” diyordum. Bitirince de küçük ödüller veriyordum. O sene bir yandan büyük ödüller de kazandım.

Bir mücevher tasarım yarışmasında Türkiye üçüncüsü oldum. Para ödülü ile birlikte İtalya’da fuar ziyareti hakkı kazandım ve gidip oraları da gördüm. Bitime tezim de jüri özel ödülünü aldı. İzmir Tasarım Kenti Platformu’nun 70 önemli tasarımcının katılımıyla düzenlediği etkinliğe özel olarak davet edildim.

Geriden geldi, herkesi geride bıraktı!

Ölesiye çalışmış ve okulu uzatmadan mezun olmaya hak kazanmıştım. Kep töreni için prova yapılmıştı. Provada ilk olarak bölüm birincileri açıklanıyordu. Ben hiç derece beklemiyordum, çünkü teorik derslerim zayıftı.

Beni alsınlar bir yıl boyunca bir odaya kapatsınlar, 1 yıl boyunca o odadan çizim yapabilirdim. Ancak teorik dersler zor geliyor, çünkü algılarken biraz zorlandığım oluyordu. Bizim bölümde geçmiş yıllardan yığılmalar vardı. 50-60 kişi olmuştuk.

Anonsta “Bölüm 1. Si Evren Şengüler” dediklerinde olduğum yerde kaldım… Sahneye çıkamadım. Hocam sahneye çağırıyordu ama ben hala “ben miyim” diyordum. Ailem adına çok sevinmiştim ama olayın ciddiyetinin farkında bile değildim. Dışarı çıktım, bir kızın bölüm birincisi olamadığı için ağladığını gördüm. O zaman anladım ki bu gerçekten çok önemli bir şeydi.

Bölüm birincisi olunca ailem yüksek lisans yapmamı istedi. Artık okumak istemiyorum diye karşı çıktım. Hocam da okulda kalmamı istedi ama ben kabul etmedim. Bu beni mutlu etmeyecekti. Bir şeyler tasarlayıp üretmek benim yaşam amacım olmuştu. Okula devam etmek yerine bırakın burnum sürtsün, dedim. Aslında okula devam etmek istemeyişimin bir nedeni de ev-okul çemberini kırmaktı. Okula devam etsem yine ev-okul dışında dünyam olmayacaktı, çünkü okulum evime yakındı. Orada kalırsam kendimi istediğim kadar geliştiremeyecektim.

Artık fırsatları değerlendirmeye hazırdı

Bu işi layıkıyla yapabilmek için İstanbul’a gitmeliyim diyordum. İstanbul’un adını andırmayan, İstanbul’a gezmeye gidilmesine bile hoş gözle bakmayan babam “Evren’in yeri İstanbul” dedi. Bu sözleri duymak tüylerimi diken diken etti.

Diplomamı alınca tasarım firmalarına CV gönderdim. İzmir’den bir firma ilgilendi. Bir yandan işe girmek istiyorum ama bir yandan bana çok şey katacak bir firma istiyordum. Kendime güveniyordum, bu işi biliyordum, bir gün bir yerden aradığım fırsatı bulacağım diyordum.

Okul bittikten sonra son bir kez pazara çıktım. Herkese bunun jübilem olduğunu söyledim:)

Nedenini merak edenlere ise İstanbul’a yerleşiyorum diyordum. Aslında İstanbul o sıralar hala hayaldi. Herkese İstanbul’a gidiyorum diyerek kendimi bu konuda şartlandırdım. Okul bitince boşluğa düşer miyim diye korkmuştum.

Mezuniyet sonrası bir yıl birkaç firmaya dışarıdan iş yaptım. Bir gün arkadaşım bana mail attı, “tasarımcı aranıyor, bu maile CV gönder” dedi. Başvurumu yaparken söz konusu firmanın altın sektöründe Türkiye’de ilk üçte olduğunu bilmiyordum. Sonra öğrendim.

Mazaretlerin arkasına sığınmadı…

CV’im dolu dolu olduğu için beni aradılar, nerede yaşadığımı sordular, İzmir de olduğumu söyleyince İstanbul’da yanında kalabileceğim akrabam olup olmadığını sordular. Ben “her şey hazır, tüm planlarımı yaptım”, dedim…

Maalesef İstanbul’da bir akrabam yoktu. Belki ailemle gidip kalabileceğim bir yer bulabilirdim. Birkaç yıl önce, Hotiç firmasında staj yaparken bazı özel yurtlarda çalışan bayanların da kalabildiğini görmüştüm. Öyle bir yer bulurum diye düşünüyordum. Görüşmeye çağırdılar. Mülakat güzel geçti. Nerede kalacağımı sorduklarına başlangıçta kız öğrenci yurdunda kalacağımı, sonra kendi düzenimi kuracağımı söyledim.

İzmir’e döndükten 1 gün sonra arayıp işe başlamamı istediler. Bir hafta süre istedim. Evraklarımı tamamladım ve geldim. Gelirken aklımda orada nasıl yaşarım sorusu yoktu. Tek düşündüğüm işimi nasıl daha iyi yaparım, kendimi nasıl geliştiririm konusuydu. Hiç tereddüde düşmedim.

Annemin altın günlerinden sonra şu anda uluslararası bir altın firmasında tasarımcı olarak çalışıyorum!

Ve Mümin Sekman’a ulaşıp hikayesini anlattı

Üniversite 3. sınıfın yaz tatilinde stajyer olarak Hotiç’te çalıştım. O sırada Mümin Bey’in de aynı şehirde olduğu aklıma geldi. Mümin Bey’in kitabını okuduktan sonra her şey değişmişti ve kitabın yazıldığı yerdeydim.

Mümin Sekman’a bir mail atıp kendimi ifade etmeye ve teşekkür etmeye karar verdim. Yaşadıklarımı yazdım ve hikayemin henüz tamamlanmadığını ama tamamlandığında tekrar yazacağımı söyledim.

Mümin Bey de mailime cevap olarak, hikayem tamamlandığında kahve eşliğinde dinlemek istediğini belirtti. Bu yazışmanın üzerinden yıllar geçti ve tekrar İstanbul’a geldim. Gelişimin üzerinden Birkaç hafta geçtikten sonra Mümin Sekman’a attığım mail aklıma geldi.

Hikayem tamamlanmıştı ve Mümin Bey’e yeniden ulaşmalıydım. Tekrar mesaj yazıp kendimi hatırlattım ama kahve sözünden bahsetmedim. Birkaç gün sonra bana döndü, yazışmaları taradığını ve beni hatırladığını, kahveyi hak ettiğimi söyledi:)

Sonra buluştuk ve hikayemi anlattım. Şu an gerçekten çevremdeki herkese kendimce kişisel gelişim dersleri veriyorum. Sohbet bir şekilde ‘nasıl yaparım, çok zor’ gibi bir noktaya geldiğinde hemen kendimi öykümü anlatıyorum. Ben bir kitap okudum ve hayatımı değiştirdim, istersen sen de yapabilirsin, diyorum.

Mümin Bey, karakteriyle, zekasıyla, yazılarıyla ve yaşam felsefesiyle örnek aldığım ve çevreme tanıttığım en güzel örneklerden biri. Bir kişi hangi durum veya şartlarda yaşarsa yaşasın inanıyorum ki Mümin Sekman’ın kitabını okuduktan sonra mutlaka yaşama bakış açısında olumlu yönde değişiklikler olacaktır.

İşte benim hikayem böyle. İzmir Urla’dan, İstanbul’a uzanan bir yolculuk. Zaman ayırıp, okuduğunuz için teşekkür ederim.

Dilerim bu yazıyı okuyan herkesin, buraya yazılacak bir hikayesi olur. Ben de onları okurum. Böylece birbirimizden aldığımız güçle, başarıyı ve mutluluğu çoğaltabiliriz.

Evren Şengüler

23 Nisan 2011 Cumartesi

KENDİMLE İLGİLİ KENDİ KENDİME

20 YILLIK İŞ HAYATIMIN KRONOLOJİK ÖZETİ 

 O kadar çok şey varki yazmak istediğim hani neresinden başlayayım bilemiyorum .Sondan başa doğrumu gideyim ;baştan sona doğru mu yoksa bir baştan bir sondan bir de ortadan mı gideyim .Hele şuan kafam karmakarışık ,maddi ve manevi dibe vurmuş bir durumda iken ,fena halde isyanlarda ve ''başarı' denen şeyin hayatımdaki yerini bulmaya çalışırken ,kendimi sürekli yargılayıp birşeylere ,olmazlıklara ,sinir bozukluklarına ,depresyonlara ,çaresizliklere ,vb mahkum ederken ,hayatımın bütün akışı değişmişken ,en önemli değerlerimi ,moral motivasyon kaynaklarımı yitirmişken ,tüm inanılılığım ve kredibilitemi ,ve insanlara güvenimi ve inancımı yitirmişken kısacası yaşayan bir ölü iken nereden başlasam ?Evet bütün hikaye aslında az önceki satırlarda geçen o ''başarı' denen şeyi anlamak ,yakalamak,ıspatlamak amacı ve hırsı ile tüm masum duygularla ,kirlenmemiş düşüncelerimle ,iyi niyetle hiç de geleceğimden ve başaracağımdan ümidimin olmadığı bir sırada oltaya takılan büyük bir balığı(ARÇLK. işi) , hayat sandalıma çekmeye başlama gayretleri ve sonrası 20 yıllık bir macera ....Nasıl mı ? Buyrun başlayalım bakalım !

1991: Biraderle ortak RADEL METAL'İ kurduk 

1992: Dişli-Mak LTD. ŞTİ. KURULUŞ:
1993-94-95 : İLK BÜYÜK İŞ BAĞLANTIM  (ARÇELİK) ;İLK MAKİNAMI ALMA ve ARÇELİKLE ÇALIŞMAYA BAŞLAMA :
 Yıl 1993 yaz ortaları...Şimdiki eşimle flört halindeyiz .Günler güzel geçiyor , gırgır şamata ,arkadaşlarla gezmeler tozmalar .Kendi adıma şirket kuralı 2 yıl geçmiş fakat ortağım dayım olacak kişi ile mantalite olarak anlaşamıyoruz ve sürekli bir çekişme ,zıtlık içindeyiz Kısaca huzursuz bir ortam.İşi ilerletmek için arayışlarıma sürekli ayak sürdüğü günler.Gelecek için karamsarım .Bizim işimiz Torna Freze vb. makinelerle  sipariş üzerine endüstriyel metal ve plastik aktarma organları vb. mamulleri özel imalatı.Bir nevi tamir bakım onarım yedek parçaları üretmekti .Daha çok bilgi ve tecrübeye ,kişisel yeteneğe bağlı günübirlik işlerdi.Yani orta ve uzun vadeli önünü görerek bir plan yapmak ve ona göre borca girmek ,yatırım yapmak pek mümkün değildi .Tamam geniş bir müşteri portföyümüz vardı üretebileceklerimiz sonsuz çeşitti ancak kişiye bağımlı bir işti ve o kişiler niyeti bozduklarında sen iki gün hatta 3 saat işe gelme arada gizli kapaklı işler yapmaları ve seni uyutmaları işten değildi.Nasıl kime güveneceksin nasıl kontrol edeceksin gireni çıkanı ?Yani sürekli işin başında durman ,kontrol etmen , kendini kollaman gereken ve bir de o insanların insafına kalman söz konusuydu .İşte bu yüzden geleceğim ve işin selameti bakımından kulvar değiştirip aynı işi seri imalata dökmek,veya yanına seri imalat bazı işler yakalayıp en azından kontrollu , az çok orta ve uzun vadeli hedefler tayin edebileceğim ve buna göre planlar yaparak, stratejiler geliştirebileceğim ,ort. bir gelir garantisi olan bir işletme durumuna gelmeyi , elemanların hegamonyasından bir miktar kendimi kurtarmayı amaçlıyordum .Bazı sektörel dergilere işyerini tanıtıcı ilanlar veriyor ve seri üretimini yapabileceğim işler kolluyordum .Ama nedense o ilanlardan beklediğim iş yaptırmak isteyenler değil de genelde bana birşey satmaya çalışanlar arıyor buluyordu beni .Tabii verdiğimn ilan da çok istediğim gibi olmamış çok amatörce yapılmış bir sayfa olmuştu .Bu işe ayırdığım para sınırlıydı tabii ve işi verdiğim kişilerde maalesef şöyle çarpıcı bir sayfa tasarımı yapamadılar ,belki biraz da ondandır ,beklediğim ilgi alakayı bulamamam. Tam da o sırada gökte ararken yerde bulduğum bir fırsat çıktı karşıma ,hem de en yakın arkadaşım Tanzer Z.oğlu sayesinde .Kendisi o sıralar Maliye bakanı S.O.ın yeğeni ,Kenan Evren''n hemşehrisi , Arçelik ütü ve elektrikli süpürge firmasında mühendis olarak çalışmakta idi.Halen(23-09-2011) aynı firmanın Çindeki fabrikasında imalat müdürü olarak çalışmaktadır.Ben sık sık İzmir-Pınarbaşındaki fabrikasına uğruyor sohbet ediyor aynı zamanda da oradan bize göre hani tamir amaçlı bazı işler kolluyordum ama öyle seri bir imalat olacak özellikle dişli vb. benzeri bir iş görmüyordum .Fakat Tanzer bir gün elinde şöyle tükenmez kalem büyüklüğünde bir mil (Elektrikli süpürge Fan mili) getirdi ve ucunda da dişli açılacak kısmı var .Fakat bizim makinalarımız için ve genelde ürettiklerimize göre çok küçük bir parça.''Bana bunlardan numune yaparmısın?'' diye sordu ve üretime geçtiklerinde ayda 10.000 adet alacaklarını söyledi.Rakamı duyunca gözlerim fal taşı gibi açıldı hatta rakama inanmak istemedim .Nee 10.000 mi ? dedim .Elimizdeki makina parkı ile değil 10.000 ,1000 adet bile üretemezdik .çünkü bizdeki makineler seri üretim için değildi ,ama numune olarak yapabilirdik .Tanzere tamam yaparız ne olacak numune yapmak dedim .Ben acayip heyecanlandım .İşte aylarca üretebileceğimiz ve önümü görebileceğim bir iş hem de çok ciddi bir firmadan gelmişti .Tabii işin teknik kısmı ile ortağım ve ustamız aynı zamanda dayım Cemil bey ilgilendiği için heyecanla ona anlattım .Dayı bak ayda 10.000 tane istiyorlar bunlardan ne dersin? dedim ama aldığım yanıt beni şoka soktu .Dayım 'olmaz biz bunu yapamayız hem numuneyi yapsak bile 10.000 adet bu ! boru değil saymakla bitmez bırak yapmayı ,boşver'' demez mi ?Dünya başıma yıkıldı o an .Üstelik arkadaşım bana çok güvendiğini ve bu işi en iyi bizim yapabileceğimizi söylemiş müdürlerine ve bana sakın beni mahçup etme demişti .Accayip canım sıkıldı .Dayıma -'Yaa bari numuneyi yapalım' diyorum ;Koy masaya dursun orada vakit olursa yaparız' diyor .Tanzer de bir iki gün içinde numune bekliyor .Haydi buyur burdan yak .İki gün geçti bizim iş ööyle duruyor masada .Tanzer de 3 saatte bir arıyor nasıl oluyor değil mi ? bizim numuneler diye inceden baskı yapıyor .E olmuyor daha elimizi sürmedik te diyemiyorum ;Kılın teki ,adamı tefe koyar, açar bayramlık ağzını diye. Vakit iyice daralıyor.İş artık sözünde durma meselesi haline geldi .Artık vazgeçtim seri üretiminden bilmem nesinden bari numuneyi yapalımda gerisini sonra düşünürüz derdindeyim .Pazar günü beraberiz ve yine sordu Tanzer ''numuneler hazır deği mi?'' diye .Bende hazır deyiverdim şimdi tadımız kaçmasın diye .İyi yarın sabah hemen fabrikaya getir numuneleri bizim heyet incelesin sonrada Japonya'ya göndereceğiz demez mi . OOf of :( .....ertesi gün Tanzerle arkadaşlığımız bitebilirdi .Artık çenesinden kurtul kurtulabilirsen .O gün akşam üstü ayrıldık .Yanımda flörtüm ve en büyük manevi destekçim moral kaynağım sonra eşim olacak Gül var ve benim arabayla evlerimize dönüyorduk.Birden gözü kararttım ve hadi yürü bizim işyerine gidiyoruz ,sen biraz büroda oyalan bende şu numuneleri yapayım dedim ve saptım sanayiye . Her ne kadar makinaları kullanmayı çok bilmesem de yapabildiğim kadar yapacaktım .En azından benzetirdim .Lakin makinaların üzerinde de ayarlı işler var ;ki gıcıklığına bırakıyorlardı biliyorum .yine de eski haline getirmek kaydıyla ayarlarını bozdum ve koyuldum numuneleri yapmaya.Zaten 5 adet numune yapacaktım .Önce tornasını sonra frezede dişlerini açtım .Eh fena da olmadı ;umduğumdan güzel oldu .Hatta tıpatıp aynısı gibi .İçim rahatladı .En azından yarını kurtarmıştık.Sonra huzurla ve umutla eve döndük .Ertesi sabah , dooğru Tanzerin yanına gittim fabrikaya ve numuneleri verdim .Aaa !! bir de ne göreyim ;Fabrikanın müdürü ve bütün mühendisler odaya geldi ve numuneleri incelemeye başladı .O an işin ciddiyetini ve önemini daha iyi anladım .Ulan sanki uzay mekiği parçası yaptık .Öyle bir inceliyorlar ki ellerinde ölçüm alet edavatlarıyla şaştım .Tabii heyecanlandım da .Orjinal numune ile arasında fark yoktu.Sadece biraz çapaklar vardı dişlerin sonlarında ama diğer ölçüler gayet iyiydi .Beğendiler ama o çapaklar onlara da battı .Bana biraz daha özenli tekrar numune yapabilirmisin şöyle çapasız filan?diye sordular.Ben de'' tamam daha dikkkatli ve özenli yapar getiririm'' dedim.O kadarını yapmışım onu mu yapamayacağım .Tamam ama fazla vaktimiz yok yarın getirmen lazım dediler .Haydaa !! ...e ne zaman yapacaktım şimdi ....tamam 1 saatlik iş ama ...Hemen işyerine döndüm dayıma ''Bak Ben numuneleri Senden gizli yaptım ,götürdüm.Adamlar beğendi ama şu ufak tefek kusurları da giderin, iş sizin dediler' dedim .Bizimki sevineceğine surat mahkeme duvarı gibi ..olmaz oğlum boşuna uğraşma .Hadi numuneyi kabul ettirdik işi aldık neremizle yapacağız o kadar iş demez mi ? ..Eee Bizim dayı bu! der tabii .Maksat gıcıklık olsun . Hem şimdi makinalar dolu zaten acele macele hiç yapamayız deyip kestirip attı .Tööövbe töövbe ölür müsün öldürür müsün ?Ama beni öyle bir hırs bastı ki o fabrikadaki ilgi ve alakayı görünce ...O zaman dur Seen ..akşam torbaya mı girdi_? kolları sıvar yine yaparız dedim içimden .Akşam normal mesai bitti ,bu gıcıklığından ayrılmıyor bi türlü ...anladı bi iş çevireceğim ,yine ayarları bozacağım diye ...paso oyalanıyor ...Ben de eve gidiyor gibi çıktım mecburen ...sonra Gül ile buluştum ve haydi gel yine işyerine gidiyoruz ,Sen bekle hem Bana moral ver Ben de şu numuneleri tekrar yapayım dedim ve yine akşam saat 10 gibi geldik atölyeye .Yine aynı şekilde yaptım numuneleri tabii .Ama bu sefer çapağını vs. de aldım.Cillop gibi oldu hatta orjinal parça yanlarında hurda gibi duruyordu ama epey uğraştım tabii çapaktı mapaktı temizleyeyim derken.İnceden bir el işçiliği de yaptım .Fakat bu biraz canımı sıktı .Ulan hakkaten bunlardan 10.000 adeti nasıl yapacağız ;bu böyle elle melle başa çıkmaz diyede içimden söylenmeye ve tırsmaya başladım .Dayı haklıydı galiba ama bunu da seri yapacak bir makine vardır elbet ,arar buluruz dedim kendi kendime ; de orası nasıl olacak ? o an hiç bir fikrim yoktu .Herneyse ertesi gün yine gittim fabrikaya ve mühendisler artık iyice gerilmiş.Fab.nın kapısında karşıladılar Beni ve heyecanla ''oldu mu be ?'' diye sordular .Ben de ''Bana göre oldu ama az sonra görür siz karar verirsiniz''dedim.Dedim ama yusuf yusuf ta atıyor kalbim.Sonra Tanzerin odaya geçtik .Ben kağıda sarılı numuneleri serdim masaya ...Fab. Müdürü Olcayto C. bey de orada bir heyecan ölçüp biçiyorlar ;karşıdan bakınca benim numuneler pek şahane tabii, çapak yok ,ölçüler tam ...Elimde bir numune Ben de bakıyorum hani gözümden kaçan var mı diye;derken tam o sırada Müdür bey elini uzattı ..ben de elimdeki numuneyi istiyor sandım ...numuneyi ona uzattım ...Olcayto bey ne dese ?...Oğlum bırak numuneyi elini uzat bana tebrik ederim, bize göre de oldu bu iş ...Bir de japonya'dan onay almamız lazım ama onu da oldu say .Yalnız her ay 10.000 adet isteyeceğiz yapabilirsin değil mi diye sordu .Bende ne diyeyim yaparız deyiverdim .Mühendislere döndü ve bu işi bu arkadaşa verin dedi ?O an ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırdım.Teşekkür ettim ,Tanzer ve mühendislerde tebrik etti ve bana güvendikleriini söylediler .O an iyi birşeymi oldu yoksa boku yedik mi anlamakta güçlük çektim .Tanzer ..e hadi bir yemek ısmarlardsın artık büyük iş kaptın diyor .Diyorda ben hala ne büyük işi yaa alt tarafı ayda bir iki bin liralık bir iş alt tarafı (Kafamdaki tahmini ön rakam )diye fazla abarttıklarını düşünüyorum .Neyse yemeği ısmarladık tabii ..neticede iş olmasada canciğer arkadaşım,dostum .Bir yemeğin lafımı olur.İşte şenlik bundan sonra başladı tabii .Evet işi aldık ama henüz fiyatı belli değil .Ben şöyle basit bir maliyet hesabı yaparak bir fiyat belirledim (0,200TL)ve teklifi yazıp birazda acaba çok mu oldu diye endişe içinde Tanzere faxladım ! aradan 3-5 saat geçti Tanzer telefonda ,daha açar açmaz teklifini gördüm ,oğlum N'aptın sen yaa diye girdi lafa .Ben eyvah fiyat fazla geldi galiba diye tırstım ve ne oldu çok mu yazmışım dedim .Tanzer ne dese beğenirsiniz 'oğlum ne çoku çok ucuz fiyat vermişsin bu fiyat seni kurtaracak mı nasıl yaptın sen hesabını ?'' demez mi .Önce dalga geçiyor zannettim ama baktım ciddi .Ee kaç olsun o zaman diye sordum .O da işi yapacak olan sensin sen ver fiyatı ben söylemem dedi .İti tekrar hesaplar teklifi revize derim dedim kapattım telefonu.Ve tekrar çarptım çırptım ambalaj ,akla gelmeyen giderler vs. ile hadi 0,250Tl olsun dedim yazdım teklifi gönderdim .Hoop 1 saat sonra Tanzer yine telefonda .''Oğlum senin kafan güzel mi ,ne içtin ,nasıl yapıyorsun sen hesabı ?bak sonra fiyatla uzun süre oynayamazsın iş başladı mı ,ondan sonra gelipte karşıma _ aman ben yandım bu fiyatlar kurtarmıyor zam yapalım vb . gibi ağlamayasın diye veriyor fırçayı bana .Haydaa ne oluyoruz yaa ..inanamıyorum yine bu sefer dalga geçiyor mutlaka diye düşünüyorum ama karşımdaki gayet ciddi .Bu sefer tekrar fiyatı 0,30 kuruş yapıp gönderdim teklifi .ertesi gün yine tanzer yine aynı sitemler..Bende isyan ettim artık .Başladık telefonda açık arttırmaya ...0,40 Tl . olmaz çık biraz daha ...0,50 TL. I ıh çık ! 0,60TL ? Çıık ...0,70TL? Devaam ..0,80TL ?Yürü devam et çık biraz ! E 1TL .olsun o zaman madem paran çok ! Tamam az in ...-0,95TL iyi mi? Ok. bu fiyattan başlayalım Sen yaz teklifi gönder ben onaylatacağım ....Telefonu kapattım .dondum kaldım bi süre .Yok bee kesin kafa buluyot bu domingos şimdi biraz tatlı rüya gördürecek sonrada nasıl yedim seni deyip uyandıracak şoka sokacak beni ..daha önce ben onu çok işletmiştim ya kesin onların intikamını almaya çalışıyor bu diyorum içimden .Neyse fiyatı yazdım gönderdim ama içim rahat değil sevineyim mi ne yapayım kararsızım .Akşam iş çıkışı buluştuk .Oğlum bana bak adımız kazıkçıya çıkmasın o fiyatı kabul ederler mi çok abartmadık mı diye bir daha sordum .Hayır oğlum çok iyi fiyat verdin rahat ol ,merak etme o fiyat tamamdır ,sen işi nasıl yapacağını düşün dedi yüreğime su serpti .Resmen piyango çıkmış gibi sevindim .O fiyata o işi elişmle yapar yine yapardım .Seri üretim için önümde yaklaşık 3 ay var ama Ben o kadar adeti hangi makinada nasıl yapacaktım en ufak bir fikrim yoktu.Tabii ertesi gün numune elimde başladım araştırmaya .Önce ortağım dayıma sordum ;surat yine mahkeme duvarı ve cevap aynı .Ne bileyim ben ?iyi sen bilmiyorsan bilen biri vardır deyip babamın atölyedeki diğer ustalara sordum .onlarda her haltı bilirler bu işi hangi makina yapar bilmiyorlar ,bön bön bana bakıyorlar .İlk umutlarım böylece boşa çıktı.Babama sordum o da git şuna sor buna sor diyor .gidip soruyorum herkes bişey söylüyor,bi akıl veriyor yok şöyle yap ,yok böyle yaparsın diye ama net şudur diyen yok .Elimde numune artık sanayide karşıma kim çıkarsa srup soruşturuyorum .gitgide kafam bulaşık teline döndü .Umudum da azalmaya başladı ,ulan koca sanayide bana göre o kadar basit birşeyi ne ile üreteceğiz bilen yok .yada biliyorlar söylemiyorlar .etraf çakalda kaynıyor .bi yandan işi birilerine kaptırım korkusu ile açık vermek istemiyorum .Sinirlerim bozulmaya başladı .derken birgün babam dayımın bacanağı Fahrettin Köseoğlu diye anten vb üreten bir abimiz var ,git bir de ona sor onun kafası böyle şeylere çalışır belki sana yardımcı olur dedi .Hadi hemen atladım gittim onun işyerine son bir umut .Abi öyleyken böyle ocağına düştüm .Bana bu işi nasıl,neyle ayda 10,000adet üretiriz bi akıl ver ,bi sürü kişye danıştım ama kafam da karıştı onların dedikleri ile pek olacak iş gibi gelmedi bana dedim .Allah yüzüme güldü o an .Gel benle atölyeye göstereyim sana bunu yapacak makinayı dedi .İndik imalata .Bana o güne kadar ilk defa gördüğüm İndex torna diye geçen bir makina gösterdi .işte bu senin bu işin tornasını değil 10,000 ,20,000 adet bile yapar ayda o kadar seri çalışır yani dedi .Abi o zaman sen yap tornasını ben freze işini yapayım dedim .Yok benim işim çok yetiştiremem ben sana Sen kendin al bi makina kendin üret .Tamam da nerde satılır bu meret kimden buluruz ?Bunlar genelde İstanbulda satılır.Dur benim tezgahçıyı arayıp bi soralım var mı elinde kaça dedi ve aradı İstanbullu satıcıyı .Benim yerime pazarlıkta yaptı kendi alacakmış gibi .O günün parası ile 14,000DM ye anlaştı benim adımı verdi bu arkadaş gelip alacak dedi.Ama bende 1400DM bile yok .Ne halt edeceğiz şimdi diye kara kara düşünerek F.beye ilgisine teşekkür edip işyerine döndüm ve babama bu bu bu diye durumu izah ettim .Yani babacım ellerinden öperim ,bu kadar paraya o makinayı alırsak bu işi yapacağız dedim .Babam da o zaman önce altındaki arabayı sat git al makinayı dedi .Yetmezse ben üstünü tamalarım .arabada spor bir Alfa Romeo kendim özene bezene toplatmışım ,benim için Dünyanın merkezi ama olsun bu işleri kıvırırsam alasını alırım diye umudum olguğu için satmayı göze aldım .Başka hiçbir güç sattıramazdı o an bana o arabayı .Gazeteye ilan verdim .birkaç arayandan sonra İzmirden biri aradı telefonda anlaştık çıktı geldi .Adam zebellah gibi .Tam bir çam yarması .Bir de galericiymiş .Ben biraz fiyatı yüksek tutmuştum .Bu da fazla indirtmeden kabul etti .Aslında bir galerici o parayı asla vermezdi o arabaya bu niye veriyor diye işgillendim .Bayın sen kaça nasıl satacaksın ki bu paraya alıyorsun diye sormadan edemedim .Bu da bana hayır satmak için almıyorum karıma hediye alıyorum sürpriz olacak deyince biraz ikna oldum .Tamam anlaştık ama ödeme peşin beklerken bu su koyverdi .1/5 ini peşin vereyim üstünü 2 senet ile 30 -45 gün vade ile ödeyeyim dedi .onada tamam nasılsa iyi fiyat dedim içimden fazla kıllatmanın alemi yok .ama çek verecek diye beklerken tutturdu ben çek kullanmıyorum ..Eeee ? seney yapalım .Senet deyince benim şafak attı ,çünkü senet benim için üçkağıt demekti .Koskoca galericiyim diye geçin bir çek defterin olmasın .Adamı da gözüm tutmadı zaten ama kıramıyorum da .Dur o zaman babama bi sorayım dedim.Nasılsa babam kabul etmez seneti günahta bende kalmamış olur diye düşündüm ama babam da işyerinde yok biyere gitmiş .gittiği yeri bulduk oradan ulaştım anlattım durumu böyle böyle şu fiyata anlaştık ama senet vermek istiyor ne yapayım dedim .Kimmiş o dedi babam. işte Tuntaş soyadlı biri dedim galerici alsancakta filan .O Tuntaşlardansa sağlamdır o biz de iş yapıyoruz onlara ver gitsin senetle demez mi ? iyi o zaman deyip adamla bir helvacı kağıdı yapıp senetleri imzalatıp arabayı verdim gitti. Arkasından da sokağın sonuna kadar baktım yine de içim rahat değil ,içimde bi kurt vardı inşallah bi adilik çıkmaz diye .Ama resmi satışını veremedim çünkü araba benim üstüme de geçmemişti henüz dosyası yazışmada olduğu için .07 plakalı bir araçtı .Ama şerefsiz herif meğer babamın tanıdığı Tuntaşlardan değilmiş ,sadece soyadı benzerliği .İstanbula gittim o pazarlığını yaptığımız makinayı almak için .Hayatımda ilk defa Bayrampaşaya bir iş için gidiyordum tekbaşıma otobükle ve içimde biraz endişe var; inşallah yanlış bi iş yapmayız ,beni kazıklamazlar oralarda diye.Aynı zamanda ertesi gün arabanın senedinden para gelecek hesaba güya ona güveniyorum makinayı almak için .Galericiyi de aradım gitmeden önce bi aksilik olmaz değilmi bayım bak makina almaya gidiyorum o paraya güvenerek diye de söyledim ;Sen git merak etme para yarın hesabında dedi i.oğlu i. birde .Gittim yeri buldum makinayı gördüm ,ok.!Fahrettin abinin makinanın aynısı .görüntüsü iyi .ama satıcıda olduğu için orada çalışırken görme imkanı yok ,artık insafına kalmışım adamın ve güvenmek zorundayım ne de olsa F. abinin tanıdığı biri .Ben parayı çekmek için bankaya gittim ama o da ne para mara yok hesapta .Hemen galeriyi aradım ,bu amcam yok ortada durumu bilen de yok ama bana yatırır mutlaka sen oyalan biraz dediler .Çıktım canım sıkkın bankadan biraz etrafı gezeyim başka neler varmış diye ,dolanıyorum B.Paşa da .Bir sürü makinacı var .Tam makina cenneti .öyle baka baka bir pasaja girdim tam da benim makinayı alacağım adamın işyerinin üst tarafında .sırayla dükkanlara bakıyorum .Ulan benim alacağım makinadan kıyamet gibi herkeste var .Bir dükkanın önüne geldim .İçerde benim index benzer mavi bir maina dikkatimi çekti .(Maviyide çok severim ,benim alacağım makinada gri ve griyide hiç sevmem ).Ulan hemen gittik ilşk gördüğümüz makinayı almaya kalkıyoruz bir de şunun fiyatını sorayım bakayım bir de bu herif kazıklıyor olmasın beni dedim bismillah çekine çekine satıcının bürosuna çıktım .S.Aleyküm amcacım şu aşağıdaki makina kaç para diye sordum .Adam (Rahmetli Altan Amca ) 8000DM ama senin güzel yüzünün hatırına 7000DM ye veririm demez mi ?Benim alacağım makinanın yarı fiyatı ve daha al benisi de var .Benim makina alman bu polonya .olsun Benim işimi görsün de ne malı olursa olsun .E peki ben şu işi yapmak istiyorum deyip numuneyi çıkarıp gösterdim .Bu makina bunu yapar mı diye sordum .Altan amcada hem de oynaya oynaya yapar demez mi .?Allaah 7000 DM de cebime kalacak .Bir de sana vade de yaparım 3 taksitle ödersin dedi .Ulan ne kıyak yere geldim yaa allahın işine bak diyorum ama yine içimde bir tedirginlik var babamın oğlu değil burası istanbul ya bu adam beni kandırıyorsa diye .Adama yalvarıyorum bak amaca ben bu makinalardan anlamıyorum ne dersen inanmak zorundayım ama İzmire gider de bu makinayla bu işi yapamazsanm babam beni çifter ile sanayinin bittiği yere kadar kovalar benim iş hayatım biter gözünü seveyim bana yalan filan deme .Altan amca babamı da aradı anlattı durumu .Oğlum al bunu bana hayır dua edersin sen güven bana dedi içime biraz su serpti de ikna oldum .Öteki amcam alt katta beklesin dursun ben gelip makina alacağım diye . makina işi tamam anlaştık peşinat verip kalanı da çek ile alacağım .Fakat benim galerici o gün parayı yatırmadı şerefsiz. Mecburen babam para gönderdi ,Ben de çeklerimi yazdım makinayı kamyona yükletip İzmire döndüm .Sabah ilk iş galeriye gittim ama araki bulasın benim galericiyi ne telefona çıkıyor ne adamları biliyor .Zaten anladım o ortamı görünce işin içinde bir iş olduğunu .Tamam oğlum bunlar dolandırıcı gazan mübarek olsun deyip işyeine döndüm .Babama durumu anlattım .O da git hemen avukata dedi .Gittim ama adamlar mafya .Avukatıda twehtid etmişler .O Avukat işi bıraktı hadi başka avukata ondan başkasına .kimse işi almak istemiyor bu belaların adını duyunca .akıl veren çok .Araba gitti paralar gelmiyor .aylarca uğraştım sonra arabayı kurtardım biraz resmi birazda dinsizin hakkından imansız gelir diye onlardan daha mafyasını (tesadüf benim çaycının bacanağı birileri )araya sokarak ama sinir sistemim altüst oldu o ayrı .Aylarca arabasız kaldım itlerin yüzünden o da cabası .Makina geldi,sağ salim indirdik işletmeye .Artık dayıma bakıyorum .Eh makinayı da buldum artık bi zahmet ayarını yaparsın diye takılıyorum ama bunda surat yine mah .duvarı .Ben anlamam o makinadan kimden aldıysan gelsin o ayarlasın demez mi ?İstese bal gibi ayarlar ama gıcıklık yapacak ya ! Tama be ayarlamazsan ayarlama onu da buluruz icabında dedim içimden ,sana mı kaldık diyorum
1996: ÇİĞLİ ORGANİZEYE TAŞINMAMIZ , POLİPLAST LTD. ŞTİ i  KURMA GİRİŞİMİM,2X2 BİSİKLET AR-GE PROJEM ,
1997:KANADA ALMANYA ZİYARETİM  ve DOMİNYAY' I KURMA GİRİŞİMİ BAŞLANGICIM , ERZEYBEK DÜBEL ATÖLYESİNİ DEVREN SATIN ALIŞIM 
1998:DOMİNYAY KURULDU,  BORNOVAYA TAŞINMAMIZ ,KANADADAN MAKİNALAR GELDİ , DOMİNYAY'DAN  AYRILIK ,TEKRAR TAŞINMA ,İLK CNC TEZGAHIMIN ALINIŞI 
1999: TAŞINMA (1.SANAYİDEKİ İLK ÇIKTIĞIMIZ YERE GERİ DÖNÜŞ ) ,İLK MÜHÜR-KİLİT AR-GE ÇALIŞMALARI 
2000: KÜÇÜLME VE TOPARLANMA YILLARI , MAŞA MÜHÜR  KİLİT İŞLERİ
2002:2X2 PROJESİ TEKRAR RAFTAN İNDİRİLDİ ,TÜBİTAK AR-GE YARD BAŞVURUSU YAPILDI , PATENT BAŞVURU VE ALIMLARIM ALIMLARIMLARIM ,İKİZ ÇOCUKLARIM DÜNYAYA GELMEK ÜZERE YOLA ÇIKTI 
2003: BABA OLDUM , 2.CNC TEZGAH ALIŞIM (2 ADET) .
2005: İLK BÜYÜK DARBE  (HATIR ÇEKİ KAZIĞI) 
2006: KOBİDER' İN KURUCU ÜYELİĞİM
2007:2 BÜYÜK DARBE (İLK CNCnin tahsil edilemeyen satışı)
2008:MED-PAR Medikal Makina LTD .ŞTİ 'yi KURULUŞ VE AYRILIŞ  , 4.CNC TEZGAHIMI ALIŞIM
2009: POWER -UP (KANADA) ÜRÜNLERİ EGE -AKDENİZ BAYİLİĞİ ALIŞIM  ,3.BÜYÜK DARBE (MALİYEDEN YENİLEN CEZA)
2010:NUR-MAK MAKİNA LTD. ŞTİ KURMA GİRİŞİMİMİZ , ARÇELİKLE TEKRAR ÇALIŞMA ( MAŞA -KİLİT İŞLERİ ) ,MADDİ VE MANEVİ ÇÖKÜŞ
2011: DİŞLİ-MAK TASFİYESİNE KARAR VERME VE BAŞLATMA
2012: 12-12-2012 DE DİŞLİ-MAK VE BİR GİRİŞİMCİNİN  HAZİN SONU , FOREVER LİVİNG DİSTRİBÜTÖRLÜĞÜM .................


 GENEL KONULAR:ÇOCUKLARIMA TAVSİYELER  :
AŞK MEŞK VS HAKKINDA :Aşk yoksa meşkte yok !





  • “Dün tecrübedir, öğren. Yarın tahmindir, planla. Bugün fırsattır, kullan.”


  • Düşmanından çok dostundan sakın ! Çünkü dostluk biterse; Sana nasıl zarar verebileceğini en iyi dostun bilir...(b marley)







    Kuzuya rakı içirmişler kurt'un evini sormuş ! :))













  • Hayallerinizi kovmayınız çünkü onlar gittiler mi belki siz kalırsınız..fakat artık yaşamıyorsunuz demektir. .Mark Twain








  • Adımı Avucuna Yaz.. Aklına Geldiğimde Yalarsın.. :))














  • Fuzuli'ye sormuşlar: ''Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?'', ''Sevmek; çünkü sevildiğinden hiçbir zaman emin olamazsın.'' demiş.















  • "Hayat öyle lanet bir şey ki; ya yanlış zamanda doğru insanı karşına çıkarır yada yanlış insanla; zamanını harcatır..." [Seneca]












  • Saatlerdir gökyüzüne bakıyorum da bir tane porno yıldızı yok yahu !! :))))







  • "Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, aslında biz cesaret edemediğimiz için zordur." [Che Guevara]





  • Dünya'nın en yüce tahtına da çıksanız, oturacağınız yer, yine kendi kıçınızın üstüdür.... Bernard Shaw







  • "Kısmetse bu kurban bayramında yaşam koçu keseceğiz .."





  • Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir!!...



SOSYAL YAŞAMIM: Ölünün arkasından konuşmak ne kadar doğru bilmiyorum ama sosyal yaşamım sizlere ömür !:(
SEVDİĞİM ŞEYLER :Arabamla müzik dinleyerek yolculuk ,denizi ve deniz kenarında ailemle ve dostlarla (hernekadar son yıllarda yapamasamda)rakı balık ve sohbet,eski resimlere ve videolara arada bir bakmak ,müzik dinlemek .senfonik ve çok ağır arabesk rap vb hariç her tür yerli yabancı eski yeni amagenelde eski çocukluğumda gençliğimde dinlediğim romantik ve özgün şarkıları dinlemeye bayılırım .Şarkılar beni başka başka alemlere götürür.asla yaşamadığım ve yaşayamacağım şeylerin hayalini kurmama yardımcı olur .
SEVMEDİĞİM ŞEYLER:Genel olarak diyebilirim ki ;kontrol edemediğim hiç kimseyi ve hiçbirşeyi sevmem.Allahta sevmez zaten .o yüzden beni zaman zaman sevmiyor .Haa bazen kontrolu bilerek ve isteyerek birilerine bırakabilirim ama dilediğimde geri alabilmek şartıyla .
DEVAM EDECEK